Twilight
Sitemize Hoşgeldinz!

Lütfen Giriş Yapınız.
Twilight
Sitemize Hoşgeldinz!

Lütfen Giriş Yapınız.
Twilight
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Twilight fanlarının kurduğu bir forum...
 
AnasayfaHoşgeldinizGaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Her havadan

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
paradise
Admin
Admin
paradise


Mesaj Sayısı : 1193
Kayıt tarihi : 12/02/09
Yaş : 28
Nerden : Sitede bulunmadığım süre içeriisinde bana ulaşamanız için tel :0506 891 04 58

Her havadan Empty
MesajKonu: Her havadan   Her havadan I_icon_minitimePerş. Tem. 29, 2010 10:31 pm

Son zamanlarda fantastiğin B sınıf formüllerinin A tipinin içine girmesiyle devreye giren eserlerden biri "Sihirbazın Çırağı". Bir tutam Harry Potter, bir tutam Alacakaranlık, bir tutam da Beowulf barındırıyor içinde. Ancak bunların Jerry Bruckheimer’ın o ticari zihninden zeki bir blockbuster üremekten ziyade bölük pörçük bir eğlence ve efekt ziyafeti sunduğu söylenebilir. Birkaç düello sahnesi ve özellikle de araba takip sahnesini izlemek keyifli gerçekten. Geriye kalan ise neredeyse uzun saçlı Nic Cage kadar trajik denebilir. Zaten “Sihirbazın Çırağı”nın yaptığını Renny Harlin 2006’da “Şeytanla Anlaşma” ile daha başarılı bir şekilde yapmıştı.

Piyasaya esaslı girişini “Top Gun” (1986) ile yapan ve bir şekilde modern blockbuster dediğimiz şeyin temellerini atan Jerry Bruckheimer, o zamandan beri de yönetmen kadrosunu hemen hemen hiç değiştirmedi. Tony Scott, Michael Bay ve Jon Turteltaub, en çok başvurduğu isimler. Yapımcının sinemaya soktuğu şey ise aksiyon, mizah, macera ve romantizmi iç içe geçiren her kitleye göre gişe filmi konsepti. “Top Gun” da bunu görkemli bir prodüksiyon ile perdeye taşırken, gözlüklerinden şarkılarına kadar bir markaya dönüşmüştü zamanında.

En önemli sorunları ‘çakma’ durması ve fantastiğe el atması

2000’lere baktığımızda ise Bruckheimer’ın ‘Karayip Korsanları’ (Pirates of the Caribbean) ve ‘Büyük Hazine’ (National Treasure) gibi iki gişe rekortmeni seri ürettiğini görmek mümkün. Ancak takvimlerimiz 2010’u gösterdiğinde o orijinal yapımcı zihnine bir şeyler olmuş belli ki.

Öyle ki yönetmen “Pers Prensi: Zamanın Kumları” (“Prince of Persia: Sands of Time”, 2010) ile “300” (2006) sonrası ortaya çıkan Orta Doğu mekanında epik fantastik film tutkusunu ve “Beowulf” (2007) ile devreye giren ‘kılıç-büyü filmi’ mantığını iç içe geçirmişti. “Sihirbazın Çırağı”nda (“The Sorcerer’s Apprentice”) ise sinemaya “Ginger Snaps” (2000) ile girdikten sonra “Alacakaranlık” (“Twilight”, 2008) sayesinde zirve yapan ‘gençlik filminin içine giren doğaüstü korku filmleri’ eğilimini benimsiyor.

Aslında her iki projenin de ‘çakma’ durması ve yapımcının fantastiğe ilk kez el attığı ürünler olması, Bruckheimer’ın esaslı zaafları. “Sihirbazın Çırağı”na dönecek olduğumuzda, Bruckheimer’ın her zaman kendi ruhuna uyan ve istediğini yapan Jon Turteltaub’a yine aynı görevi verdiği görülebiliyor. Öyle ki yönetmenin de komedi (“Üşütük Popolar”), romantik-komedi (“Sen Uyurken”), macera (“Büyük Hazine”), aile filmi (“Çocuk”) ve dram (“İçgüdü”) çekme konusunda Hollywood ölçeklerinde başarılı olduğunu tanıklık etmiştik daha önce.

‘Karayip Korsanları’ ile değişmiş Bruckheimer’ın ticari zihni

Burada da fantastiğe girmiş. Belli ki Bruckheimer, Disney’in tarihinden sinema izleyicinin çok aşina olmadığı detayları veya malzemeleri tuvale yerleştirme konusunda kararlı. Karayip Korsanları’nın simalüsyon gezisinden (simulator ride) bir fenomen çıkardıktan sonra burada da “Fantasia”nun (1940) karakterlerinden biri olan ‘büyücünün çırağı’nın izini sürmüş. Karayip Korsanları’nda sinemaya sokup gişede beklediği sonucu almasını sağlayan çizgi film estetiği burada da var.

Bu doğrultuda da aslında çizgi filmlerde bolca görebileceğimiz slapstick komedi öğeleri ile büyü sahnelerine tanıklık ediyoruz. Ancak bu ticari ürün için yola çıkarken, oyuncu seçimi konusunda da detaylı detaylı düşündüğü görülebiliyor. Öncelikle mitolojinin üç peri mantığından yola çıkarak üç sihirbazın üzerine inşa etmiş hikayesini.

Merlin’in adamları olan bu kişiler Balthazar, Horvath ve Becky. Bruckheimer, bunlardan birincisini Nicolas Cage, ikincisini Alfred Molina, üçüncüsü ise Monica Bellucci’ye teslim etmiş. Böylece “Örümcek Adam 2”de (“Spider-man 2”, 2004) kötü adam rolünde gördüğümüz Molina ile “Çılgın Kardeşler”de (“The Brothers Grimm”, 2005) kötü kraliçeyi canlandıran Bellucci, izleyicinin blockbusterlardan alışık olduğu sahne kimliklerine uygun yerlere oturtulmuş. Lafın özü Bruckheimer, risk almamış.

Bir usta-çırak ilişkisi filmi olarak görülmeli

Aslında bu durum; son derece büyüklere uygun bir aşk üçgeni, iktidar mücadelesi ve nefret senaryosunu da beraberinde getirmiş. Öyle ki bir saksıya hapsedilen bu kişilerin ruhlarını da genç bir çocuk, Dave serbest bırakıyor. Yani M.S. 740 yılından 2000’e atladığımızda halen yaşayan büyücüler mevcut.

Aslında Dave’in bilim adamlığı yaptıktan sonra büyücü çıraklığı (filmin isminin tam çevirisi büyücünün çırağı. Ancak dağıtımcı Türk şirketi nedense sihirbazın çırağı ismini uygun bulmuş.) eğitimi alması ve bir kıza aşık olması da devreye girince, blockbuster toplamına‘gençlik dozajı’ da ‘romantizm’ de eklenmiş oluyor. Tabii Balthazar ile Dave arasındaki çekişme ve usta-çırak ilişkisi filmin ana maddelerinden biri. Horvath ile gerçek illiüzyonist Drake Stone’un diyalogları da buna benzer bir şekilde ilerliyor. Yani filmi daha çok usta-çırak ilişkisi ya da büyücü cemiyetinin iktidar değişimi olarak adlandırmak mümkün. Bu da epik bir hava katıyor “Sihirbazın Çırağı”na.

Bölük pörçük bir eğlence

Zaten filmin, 2000’lerde fantastik sinemada hakim olan kılıç-büyü filmi, masal filmi ve korku filmi-gençlik filmi kırması iskeletlerden üçünü de içine yerleştirdiği söylenebilir. Birincisinden düello sahnelerini alıyor, ikincisinden Harry Potter’ın ‘büyücü olmaya aday, seçilmiş kişi’ mantığını transfer ediyor. Üçüncüsünün ise fantastik ve çizgi romansı halini içine yerleştirmeyi seçiyor. Yani Bruckheimer’ın bu filmi orijinal bir fikirden ziyade, çalıp çırpıp blockbuster dünyasını bir çorbaya dönüştürmeyle yürüyor. Bu da bölük pörçük bir eğlence getiriyor ve filmin akışını yakalamamızı zorlaştırıyor.

Bu açıdan baktığımızda “Sihirbazın Çırağı”nın 150 milyon dolarlık bütçesiyle gelen düello sahnelerinin kılıç düellolarını hatırlatan hallerini ve özellikle de araba takip sahnesini izlerken keyif almak mümkün. Öyle ki artık B filminin A sınıfının içine girdiği bu alt türlerde ya da formüllerde yeni bir şeyler yapmak şartken Bruckheimer, ‘aynı izleyici kitlesi nasıl gelir?’ derdine düşmüş. Bu sebeple de bu A tipi, yani profesyonelleştirilmiş efektler bir hedef doğrultusunda ilerlemiyor.

Fikir babası “The Covenant” olmalı

Zaten yönetmenin büyü filmi alanına hakim olmamasıyla birlikte “Ginger Snaps”in etkisiyle ortaya çıkan ve türü gençlik filminin içine sokan ilk filmlerden olan Renny Harlin imzalı “Şeytanla Anlaşma” (“The Covenant”, 2006) kadar başarılı olamadığı söylenebilir. Hatta o yapıtı “Sihirbazın Çırağı”nın fikir babası konumunda değerlendirmek de daha doğru olabilir.

Bunun yanında “Mumya 3” (“Mummy: Tomb of the Dragon Emperor”, 2008), “Ölümsüz Savaşçı” (“Beowulf”, 2007), “Percy Jackson” (2010) gibi kılıç-büyü filmlerinin görkemini ya da alana hakimiyetini de taşımıyor.

Star sisteminde bazı değişiklikler yapabilir

Yani kendi kulvarında da en iyisinden ziyade vasatı veriyor izleyicisine. Daha çok da ‘bol efektli bir usta-çırak ilişkisi’ olarak anılabilir. Çizgi film estetiğiyle çekilmesi de çabucak tüketip evinizin yolunu tutmanıza yol açacaktı.

Filmden geriye tek kalabilecekler Teresa Palmer gibi sarışın bir genç yıldızın doğması, Kanadalı Jay Baruchel’in “Troçki” (“The Trotsky”, 2009) ile esaslı çıkışını yaptıktan sonra ‘gıcık çocuk’ rollerinin aranan ismi konumuna yerleşmesi veya Brukcheimer’ın “Con Air”de (1997) yarattığı Nicolas Cage’in uzun saçlı haline tutularak burada da oyuncu için öyle bir imajı tercih etmesi olabilir. Yani birtakım detaylar... Bunun dışında efekt izle, tüket ve unut filmi bu.

FİLMİN NOTU: 3.8

Künye:

Sihirbazın Çırağı (The Sorcerer’s Apprentice)
Yönetmen: Jon Turteltaub
Oyuncular: Nicolas Cage, Monica Bellucci, Jay Baruchel, Alfredo Molina, Teresa Palmer, Omar Benson Miller
Süre: 111 Dk.
Yapım Yılı: 2010

BİR, İKİ, ÜÇ YETMEZ...

Sözde hamilelilik meselesini ele alan felsefik bir romantik-komedi. Başrolünde ise Jennifer Lopez var. Zaten onun hayran kitlesine ve daha çok kadınlara hitap eden bir film bu. Yönetmenin kariyerinin ilk filmini çekmesinin de “B Planı”nın bu raddeye gelmesinde büyük katkısı var. Öyle ki J-Lo’nun potansiyeline hapsolan eser, hamile kadının bir erkek ile beraber geçirdiği dokuz ayda oluşabileceklere odaklanıyor. Ancak bu süreçte ana karakterin yaptığı şeyleri kaba komedi numaralarıyla iğreti bir hale sokması, git gide katlanılmaz bir hale gelmesine yol açıyor filmin. Halbuki zeki diyaloglar ve durum komedisi türükleriyle son derece eğlenceli bir tür örneği üretilebilirdi. Üstelik bu durum, filmin mesajının da yanlış yere gitmesine yol açıyor.

Sektörde bolca ‘Bir ... Filmi’ deyimini görürüz. Bu filmler genelde bir starın üzerine kurulmuşlardır ve onun kitlesine hitap ederler. Bu sebeple bu ürünlerin bazen yan rollerdeki oyuncuları da çok önemsenmez. İşte “B Planı”nın (“Back-up Plan”) sektörel açıdan duruşu tam da böyle. Bir kadın filmi (chick-flick) olarak da anılabilir.

J-Lo, 2001’den beri kayıplarda

CBS Films adlı TV kanalı şirketinin Sony Pictures’ın dağıtım desteğini almaya başlamasıyla birlikte sinemalarımıza uğrayan bir eser bu. Bu eserlerin ilki yanlış hatırlamıyorsam, Harrison Ford ile Brendan Fraser’ın başrolünü paylaştığı, bizde vizyona girmeden DVD’si çıkan “Sınırda Yaşayanlar” (“Extraordinary Measures”, 2010) idi. Yani aslında TV’ye biraz daha uygun bir proje karşımızdaki. Ancak yine de yönetmen Allan Poul’un ilk yönetmenlik denemesinde başarısız olduğu söylenemez.

Sinemaskop formatını iyi kullansa da senaryonun gediklerine ve oyuncuların zayıflığına takılıyor. Öyle ki bu filmin nam-ı diğer J-Lo’nun 90’larda yükselip latin güzel konumuna oturduktan sonra, 2001’de çektiği “Darısı Başıma” (“Wedding Planner”) adlı romantik-komedi ile düşüşe geçen kariyerinde bir yükseliş ivmesi arayışı ile üretildiği ortada.

Zira o eserden sonra ‘ben oldum’, ‘her filmime bir kitle gelir nasıl olsa’ ya da ‘biraz bağımsız sinemaya destek vereyim’ yaklaşımlı projelere yeltenmişti oyuncu. Böylece ‘Bir Jennifer Lopez filmi’ edasıyla yine kendi etrafına kurulan zayıf filmlerin (Bkz. “Yeter”, “Gigli”) starı rolünü oynamıştı. Burada ise romantik-komedi ile yaşadığı düşüşü bir romantik-komedi ile yeniden toparlamak istiyor.

Mizah yaratmak ciddiye alınması gereken bir şeydir

Ancak bu eser daha çok bağımsız ruhlu bir film havasında. Evet Allan Poul’un popüler hikaye anlatma sinemasına hakimiyetiyle filmi akıcı bir tempoyla izlettirdiği söylenebilir. Fakat daha çok Amerikan bağımsızlarının felsefe yapan alternatif romantik-komedilerini hatırlatıyor senaryosuyla. Öyle ki amacı hamilelik dönemindeki sevgilili ve sevgilisiz hayatı incelemek aslında.

Bu hedefine ulaşmak isterken de, komedi anlarını slapstick yani kaba komedi alt türüne hapsedince basit bir yola sapıyor ve çaptan düşüyor ne yazık ki. Özellikle erkek karakteri canlandıran Alex O’Loughin, bu kadın hikayesinin aynı zamanda en sakar ve şapşalı. Nerede ne tepki verse aklımıza çizgi film karakterlerini getiriyor. İşin ilginci J-Lo’nun da durumu farklı değil. Bir anda koskoca kazanın içine ekmek daldırması, seks yapma arzusunu abartması, saçında yemek varken sevgilisini öpmesi gibi birtakım iğrençliklere ‘gebe’ bırakıyor bizi. Bu da filmin kolaycılığını ortaya koyuyor.

Bir, iki, üç yetmez, dört, beş, altı olsun...

Aslında “B Planı”, bu başkasının spermiyle yapılan tüp bebek hamileliği meselesinin hem kendini bağlı hissetmeyen koca, hem ayakları üzerinde duran anne, hem de seks arzusu noktalarında ilginç bir şekilde işleyebilirmiş. Ancak bunu durum komedisi alanının izini sürerek yapmayınca tam anlamıyla yabancılaştırıcı bir romantik-komedi çıkmış karşımıza. Halbuki dokuz aylık dönemde seks isteği aşılanan anlardan dahi kahkaha tufanı yaratabilirdi zeki bir yönetmen ya da senarist...

Üstelik filmin sonunda dahi bir anda ikiz doğuran J-Lo’nun bir kez daha hamileyim tribine girmesi, ‘çok çocuklu evli kadın’ gibi muhafazakar bir mesaj aşılasa da filmin esas amacının hamileliği kötülemek olduğu da apaçık ortada. Bir bakıma futbol tezahüratlarında gördüğümüz gibi ‘bir, iki, üç yetmez...’ diyor film son derece sığ bir şekilde. Yani olayı çok da ciddiye almıyor.

Neresinden tutsak elimizde kalıyor

Anlayacağınız Lopez ile O’Loughlin arasında kurulamayan iletişimi ve komedi konusundaki kolaycılığı bir kenara bırakınca bile filmin dramatik yapısının mesaj verme konusundaki acemiliği ortaya çıkıyor. Yan karakterlerin bu kadar amatörce yazıldığı veya hamileliğin böylesi karalandığı bir başka film daha yoktur herhalde.

Sadece Anthony Anderson’ın çocuk babası karakterinin ortaya çıktığı anlarda gülümseme şansınız var. Onun dışında aynı sorun için son dönemden Tina Fey’in başrolünde oynadığı “Taşıyıcı Anne”yi (“Baby Mama”, 2008) öneririm.

FİLMİN NOTU: 2.8

Künye:

B Planı (The Back-up Plan)
Yönetmen: Alan Poul
Oyuncular: Jennifer Lopez, Alex O’Loughlin, Micheal Watkins, Anthony Anderson, Eric Christian Olsen, Noureen DeWulf
Süre: 106 Dk.
Yapım Yılı: 2010

YALNIZLIK VE BİLİNMEZLİK ÜZERİNE...

2009’un dikkat çekici ve ödüllü filmlerinden olan eser Sırbistan’da askerlik yapmanın zorluklarını ve tehlikelerini ele alıyor. Öyle ki bir belirsizlik, yalnızlık ve çaresizliğin acısını çeken sıradan insanların hikayesi bu temelde. Kapitalizmin hapsettiği tekdüze yaşamlardan farklı bir noktada durmayan, sadece can almalarıyla bu değişimi oluşturan bireylerin dışavurumları adeta. Vladimir Perisic’in ilk filminde “Kıyamet” kıvamında savaş psikolojisini anlatan anti-militarist bir savaş draması üretirken, minimalist çerçevelerle yakaladığı derin anlamlar da dikkat çekici.

Aslında savaş filminin anti-militarist, sinemasal ve çarpıcı örneklerini görmek için sanat sinemasının izini sürmemiz gerektiğini düşünmemize yol açan bir film “Sıradan İnsanlar” (“Ordinary People”). Vladimir Perisic’in ilk yönetmenlik denemesi, onun ülkesi Sırbistan’daki bu yüksek ‘savaş’ ve ‘politika’ durumuna dikkat çeken bir eser. Öyle ki burada birkaç askerin ve özellikle de ana karakterimizin bir göreve gönderildikten sonra yaşadığı köşeye sıkışmışlık durumu anlatılıyor.

Yaklaşımıyla Robert Bresson’u akla getiren bir savaş draması

Zira yönetmen, bunu son derece soğukkanlı ve dengeli bir tavırla kavramış. Minimalist bir yönetmenlik stiliyle, neredeyse diyalogsuz ve tamamı müziksiz bir ruh hali tasviri sunmuş. Bunu yaparken yer yer kamerasını hareketlendirmesi de Robert Bresson gibi minimalist sinemanın ustalarını hatırlamamızı sağlamış. Öyle ki Fransız öncü yönetmen Bresson da genelde bir karakterin izini sürse de ‘metaforik isimleri’ ve hikaye yapısıyla bir toplum portresi çıkarırdı.

Perisic’in de buradaki amacı askerlerin, ‘sıradan insanlar’ın sıkışmışlığından farklı bir psikolojide olmadıklarını anlatmak aslında. Bu hedefi doğrultusunda ilerlerlerken de açılışını bir yatakhanenin orta ölçekli planıyla yapıyor. Ardından olayın cereyan ettiği alanı göstermeyi tercih etmeden, minimalist yönetmenlerde çokça gördüğümüz ‘kamerayı yerinde tutma tekniği’ni (locked-down shot) benimsiyor. Karakterlerimizin otobüsle yabancılaşacakları adeta bir sığınağa gelmeleriyle birlikte ise o belki de 500 metre karelik alan modern sinemanın ruhuyla dokunuyor.

Toplumsal bilincin köşeye sıkıştırdığı ‘sıradan insanlar’

Psikolojiler, ruhlar ve düşünceler oraya hapsoluyor ve adeta gündüzleri masum insanları vuran, geceleri içki içen ve hiç konuşamayan ‘sıradan insanlar’ izliyoruz. Lafın özü onların yani askerlerin de dünyadaki bir iş kolunda çalışan insanlardan farklı olmadığını anlatmaya çalışıyor Perisic burada. Bunu yapmak için geniş ölçekli çerçeveler yoğunluklu ve uzun planlar odaklı çalışarak bu yalnızlığı ve çaresizliği görsel olarak da anlatmayı beceriyor.

Karakterlerin bu duruma düşmesinin ana sebebi ise verilen görevden bihaber bir şekilde, belki ‘10 dakika içinde adam öldüreceğiz veya öleceğiz’ psikolojisiyle yaşamaları. Yani kaderleri, hayatları ve gelecekleri belli olmayan insanların hikayesi bu. Sistem onların görevlerini son anda vererek faşizan bir düzen benimsiyor. Bunun içeriden anlatılması da biraz Nazi dönemiyle ilgili yapılamayan şeyin devreye girmesini sağlıyor, Sırbistan ya da genel anlamda Balkanlar için. Belki filmin nihai sonucunda daha karamsar bağlanmaması eleştirilebilir. Ancak bu dengelilik ya da soğukkanlılık da “Sıradan İnsanlar”ın ana kozu zaten. Bu sebeple sözünü ettiğimiz tercihin yerli yerinde olduğu söylenebilir.

Hayatların sona ermesi hiç bu kadar sinemasal yansıtılmamıştı!

Şiddetin ‘gerçek’ini göstererek istismar filmlerinin çok üstünde bir duygu yakalarken ‘savaşın psikolojisi’ni anlatan “Kıyamet” (“Apocalypse Now”, 1979), “Nefes: Vatan Sağolsun” (2009) gibi filmlerin yanına yerleşiyor “Sıradan İnsanlar”. Ama elbette minimalist bir sanat sineması ürünü olaraktan...

Vladimir Perisic ise minimalist yönetmenler arasına adını yazdıracak bir ‘ilk film’ başarısına imza atıyor. Öyle ki iddia ediyoruz; savaş hiç böyle korkutucu anlatılmamıştı ve hayatların sona ermesi hiç bu kadar sinemasal gösterilmemişti!

FİLMİN NOTU: 7.1

Künye:

Sıradan İnsanlar (Ordinary People)
Yönetmen: Vladimir Perisic
Oyuncular: Relja Popovic, Boris Isakovic, Miroslav Stevanovic
Süre: 80 Dk.
Yapım Yılı: 2009

KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

Alacakaranlık Efsanesi: Tutulma (Twilight Legacy: Eclipse): 7
Ayrılık (Die Fremde): 5.5
Beni Unutma (Remember Me): 4.2
Büyük Hata (Chloe): 5.6
Çılgın Bir Gece (Date Night): 6
Çok Filim Hareketler Bunlar: 5.7
Deccal (Antichrist): 9.2
Elm Sokağında Kabus (A Nightmare on Elm Street): 2.4
Elveda (L’Affaire Farewell): 5
Eyyvah Eyvah: 4
Ev: 5.5
Frozen: 6
Gezegen 51 (Planet 51): 6
Gece ve Gündüz (Knight and Day): 5.5
Iron Man 2: 5.6
İlahların Aşkı (Ondine): 4
İşkence Okulu (Tormented): 4.1
Kara Köpekler Havlarken: 3
Kolleksiyoncu (The Collector): 1.6
Müşteri (Cliente): 4.8
Nanny McPhee Büyük Patlama (Nanny McPhee and The Big Bang): 5.2
Nefes: Vatan Sağolsun: 7
Oyuncak Hikayesi 3 (Toy Story 3): 4
Ölüm Zili (Death Bell/Gosa): 2.9
Örnek Aile (The Joneses): 7
Paris’ten Sevgilerle (From Paris with Love): 3
Pers Prensi: Zamanın Kumları (Prince of Persia): 3.8
Robin Hood: 2.5
Sex and the City 2: 3.7
Son Şarkı (The Last Song): 1.3
Soraya’yı Taşlamak (The Stoning of Soraya M.): 5
Şrek: Sonsuza Dek Mutlu (Shrek Forever After): 6.9
Şüphe (Tale 52): 3
Yuva (Le Refuge): 6

Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://thecullens.yetkinforum.com , 7a-fansite.forummum.com
 
Her havadan
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Twilight :: GENEL :: Ağustos-
Buraya geçin: